Bugün yürütülen savaşlar, göründüğü gibi terörizmle mücadele değil; İslam’ın yozlaşmaya karşı direnişinin bastırılma çabasıdır.
Peygamberlerin gönderildiği dönemlerde Yahudilik ve Hristiyanlık, adalet ve özgürlük çağrısı yapan köklü geleneklerdi. Ancak zamanla bu dinlerin özleri tahrif edilerek, imparatorlukların çıkarlarına hizmet eden sistemlere dönüştürüldü. Kur’an ise bozulmadan, tahrif edilmeden korunmuştur. Bu durumun en büyük kanıtı, Kur’an’ın gönülden ezberlenip nesilden nesile aynı şekilde aktarılmasıdır.
İslam, hiçbir zaman bir iktidarın aracı olarak yeniden tanımlanmadı.
Çünkü tüm semavi dinler, tek olan Allah tarafından gönderilmiştir. Biz Müslümanlar, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu değil, Allah’ın bir peygamberi olduğuna inanırız.
Batı dünyasının servetle bereketi, imparatorlukla ilahi düzeni birbirine karıştırdığı bir çağda, İslam tüketim çılgınlığına ve tahakküm arzusuna karşı direnmektedir.
Gerçek manada İslam’ı yaşayan Müslüman; kumardan, içkiden, müstehcenlikten, haksız kazançtan uzak durur. Çünkü o, bedenin değil; inancın, disiplinin ve maneviyatın insanıdır. Bu da onu kolay yönlendirilemeyen, satın alınamayan biri yapar.
Batı’nın korkusu tam da buradadır.
İnançlı, kararlı ve vicdanlı bir toplum; hiçbir imparatorluğun, hiçbir kapitalist düzenin istediği “itaat eden tüketici” modeline sığmaz.
Amerika’nın ve Siyonizmin dayattığı sistemde özgürlük, yalnızca satın alabilene verilir. “Ev sahibi olamazsınız, tatile gidemezsiniz, özgürlüğünüz elinizden alınır” söylemleri, gerçekte kapitalizmin ürünü olan bir yanılsamadır.
İslam ise bambaşka bir yaşam modeli sunar.
İslam der ki: Yoksulu koru. Allah’ı an. İsraf etme.
Ve işte tam da bu yüzden Batı imparatorlukları İslam’la savaş halindedir.
Çünkü İslam parayla satın alınamaz.
O, insana onurunu, toplumlara ise adaletin ruhunu hatırlatır.