Alaattin Karaer
Anneler Günü!
Amerika’nın Philadelphia eyaletinde 9 Mayıs 1966 günü Jarvis isimli bir kızın annesinin ölümü üzerine, onun ve arkadaşlarının önerisini ile gündeme gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi Mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırmıştır.
Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı
Dünyada değişik aylarda ve tarihte kutlanan anneler günü, Türk Kadınlar Birliği’nin girişimleri ile 5 Mayıs 1955 Mayıs ayının ikinci Pazar gününü dünyada olduğu gibi, bizimle birlikte 65 ülkenin de kutladığı “Anneler Günü” nün kutlanmasına karar vermiştir. O yıl, yılın annesi olarak 93 harbinin kahramanlarından 98 yaşındaki Erzurumlu Nene Hatun seçildi.
* * * * *
Bu Pazar anneler günü!
Her anneler gününde, bende dahil övücü sözler ve kelimelerle süsleriz bu günü!
Evet, anneler günü diğer günlerden ayrı bir özellik ve güzellik taşır.
Yazılanları okuyorum, hiç eleştirili bir yazı yok.
Anne; Çocuğunu 24 saat karşılıksız özveriyle büyüten, ağrılarını ve sızılarını dindirebilmek için tüm fedakarlıklara katlanan bir doktordur.
Anne; Çocuğu haksız da olsa, ona toz kondurmayan bir savunucudur. Avukattır, hakimdir, savcıdır onun için.
Anne; Çocuğu için bir sabır taşıdır. Usanmadan, bıkmadan her ihtiyacına karşılık verendir.
Anne; İyi bir öğretmendir. Bize can verendir, hayat verendir.
Tüm bunlara rağmen, anne olmak elbette tartışılmayacak kadar kutsaldır desek de, eleştirilmeyecek anlamına da gelmez.
Neden böyle bir kanıya vardın diye bilirisiniz.
Yaşamdaki gerçek bu mu diye dönüp kendimize baktığımızda, aramızda konuştuğumuzda, okuduklarımızda, hiçte öyle olmadığını görüyoruz.
Anne, sonuçta bir kadındır. Kadınlarda kendi cinslerine daha acımasız olduklarını yaşamda görmemek yanlış olur.

Annemle geçen anılarımdan, hatırladıklarımı daha öncede paylaşmış olabilirim.
Anamı düşünüyorum. Okuma yazması dahi yoktu. Kız çocuğu okur mu diye gönderilmemiş. Yaşamı, bizlerin yanına birkaç gelişi dışında, Kayseri’deki evimiz de, dört duvar arasında geçmişti. Evin işleriyle, kısır bir döngü içinde dolaşıp durmuştu. Biz çocukları, sonra torunları tek meşgalesi ve umudu olmuştu. Onlardan da gerekli ilgi ve saygıyı tam olarak görmüş müdür? oda ayrı bir konu.
Yıllar önce oturduğumuz gecekondu mahalle çeşmesinden, yıkanmak ve çamaşır için su taşımaktan romatizma olmuştu. O bir fırın olmuştu, hamur yoğurarak ekmek yaparak! O bir elektrik süpürgesi olmuştu, o bir çamaşır makinesi olmuştu, maltız’ın üstünde çamaşır kaynatarak, su kaynatarak bizlere hamamcı olmuştur… O bir ana olmuştu, o bir kadın olmuştu...
Toplumsal bir gerçek mi, yapısal bir durum mu bunu ifade edecek kadar uzman değilim. Ancak, erkek çocuğu düşkünlüğünü de görmemezlikten gelemeyiz.
Kendi yaşamım göz önüne geldi. Yıllar önce, Kayseri’den gelen annemle doğum sancısının son anlarına gelen eşimi Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine götürdük. Bende hastaneye 200-300 metre ilerde çalıştığım Un fabrikasındaki işime gittim. Öğle paydosunda hastaneye doğumhanenin kapısına gittiğim de annemi beni beklerken bulmuştum. Kızın oldu, canın sağ olsun, üzülme dediğini hatırlıyorum. Erkek çocuk isteği yerleşmiş olan beynimizde başka bir alternatifimiz yoktu. Yürürken ayağı takılıp tökezleyen insanın acı gülüşü gibi bir tebessüm, yüzümün ve kulaklarıma kadar kızardığını hisseder gibi olmuştum. Sanki utanılacak bir iş yapmış insan gibi kendimi suçluluk içinde hissetmiştim.
Hastane odasına girdiğimde, eşimin yüzüne hiç bakmayışımı her defasında söyler. Şu anda düşünürken dahi kendimi suçlu hissediyorum. Haksızdım. Kimsemizin olmadığı koca İzmir de eşim, ben ve annem şimdi ise, bize ilk anne ve baba olma heyecanı yaşatan, canımızdan bir parça kara gözlü, özlemle beklediğimiz çocuğumuz kızımız gelmişti dünyaya! İzmir’ de dört kişi olmuştuk. Annemin isteği olmamıştı, ne kadar erkek çocuk istesek de. Doğmadan öyle bir erkek çocuk beklentisi ile yoğruluyoruz da, olduktan sonra hiç de öyle olmuyordu. Ne kadar tatlı ve sevimli bir çocuktu kızımız. Gerçi kuzguna da yavrusu güzel gelirmiş. Hiçte öyle değildi. Otobüste, yolda, vapurda sevmeyen ilgilenmeyen yoktu. Fakat kısa sürecekti. Annelik ve babalık duygusunu tatmadan, bir kuş gibi uçacaktı elimizden. Çünkü eşimle ben öğrenciydik. Annem Kayseri’ye götürecekti. Aylarca özlemle kavuşacağımız günleri bekleyecektik. Nitekim de öyle oldu ilkokula başlayana kadar. Aynı özlem devam etti bugüne kadar. İlkokul-Anadolu lisesinden sonra Çankırı Fen Lisesi, Üniversite… İş hayatı… Evliliği… Hep ayrılık… Hep hasretlik… Yaşam buydu demek ki.
Daha sonra, erkek torunun da oldu. Fakat senin bakış açını çok iyi biliyordum. Kız torunlarında olsa, erkek torunlarına bakış açın çok farklıydı.
Küçük yaşta yetim kalmanıza rağmen, sizleri okutmayan ağabeyiniz dayıma da toz kondurmadınız. Evlendiğinden sonra, ağabeyin ölene kadar, seni yaşamında toplam bir ay gördü mü? Ziyaretine geldi mi?
Fakat kız kardeşlerinle, teyzelerimle hep didişip durdunuz. Yine de bir şey olduğunda, onlar koşup geldiler.
Kendi evlatlarında da bu böyle oldu!
Biz erkek evlatlar, özellikle en küçük hayırsız oğluna toz kondurmadığını biliyoruz.
Bizler yanında olamıyorduk. Hep eleştirdiğin kızın, iyi kötü yanında o oluyordu. Seni hastaneye, haftada üç kez diyalize o götürüyordu.
Uzakta olunca hasretlik, gece geç saatlerde gelen telefon sesi bizleri, sevdiklerimize olan özlemimizle tedirgin etmeye yetiyordu.
Yıllarca ayrılık ve hasretlik içinde geçen yaşamım. Yaşamımın getirdiği zorunluluk, geçim için yıllarca ayrılık, yılda birkaç kez görüşmenin dışında…
Evet! Annelerin yeri gerçekten ayrı. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” demiyor muydu türkülerimiz.
Onlar toplayıcı, onlar barış simgeleri, onlar baba ile çocuklar arasındaki köprü, dengedir. Organik bir bağdır. İyi ruh sağlığının iyi bir annelikten geçtiği bilinmektedir. Anne sevgisinden yoksun çocukların, toplumda problemli kişiler olabildiğini unutmayalım.
Onlarsız bir aile, onlarsız bir dünya düşünebilir miyiz ? Elbette hayır. Erkek-kız demeden, çocuğunu seven bir anne olmalı, ancak onlara bağımlı veya onları bağımlı kılmamalıdır.
Evet anne! Seni kaybettiğimizin 5 yılı! Birlikte birkaç fotoğrafımızın olmadığının farkına vardım. Hastanede çektiğim senin fotoğrafını yayınlıyorum devamlı…
Artık telefon edip, sesini duyamayacağım. Çünkü benim annem yok artık.
Benimde çocuklarım ve torunlarım olduğu halde, her telefon açışım da; kuzum, gadasını aldığım dediğini duyamayacağım artık!
Anne seni sevdiğimi biliyordun, sevgimi belki belli edemiyordum ama sen bunu biliyordun.
Anneler günün kutlu olsun!
Kendi annemle birlikte tüm annelere saygılar sunuyor, ayrıca çocuklarımın annesi eşimin, kara gözlü iki torunumuzun annesinin de anneler gününü kutluyorum!
* * * * *
Gadasını almak: Anadolu'nun pek çok yörelerinde kullanılan "dertlerin benim olsun" anlamındaki söz. Günahını almaktır. Hatta en yaygın kullanımı "gadan,belan bana gelsin" şeklindedir. Bunun da anlamı söylediği kişinin bu dünyada ve öteki dünyada başına gelecek bütün kötülükleri üstüne almak ve onu her iki dünyada da mutlu etmektir.
Maltız: Şu anda pek bilinmiyor sanırım. Bizim kullandığımız büyük yağ tenekesinden yapılmış, İçinde özellikle kok ve taş kömürü yakılarak, yemek pişirme, su ısıtma gibi işlerde kullanılan, ocak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.